Rüya Kavramı

Gece, Uyku, Morfeus ve Styx'in Kharon'u.
 Medici-Riccardi sanat galerisi freski,
Luca Giordano, Floransa
Rüyauykunun genel ve karakteristik özelliklerinden biri olup, uykunun hızlı göz hareketi (REM) adlı evreleriyle yakından ilişkili bulunan, görsel ve işitsel algı ve duygulardır. Rüyaların biyolojik içeriği, işleyişi ve maksatları tümüyle anlaşılmış değildir. Rüyalara “duyusuz algı”nın bir türü veya nesnesiz algı olarak da bakılabilir. Çeşitli inanışlara ve tahminlere de neden olan rüyalar, her zaman için ilginç ve yoruma açık bir konu oluşturmuşlardır. Farklı psikoloji ekollerininparapsikologların ve deneysel spiritüalistlerin rüyaları farklı biçimlerde açıklama çabaları olmuştur. Rüyaların işleyişinin açıklanması bilimsel topluluğun genel kabulüne göre varsayımlar düzeyinden öteye pek gidememiş olup, rüyalar halen esrarını korumakta olan bir inceleme alanını oluşturmaktadır. Rüyaların bilimsel incelenmesi oneiroloji adını alır.


Tarihçe
Rüyaların gerek tahminlere konu oluşturması bakımından, gerekse ilham kaynağı olması bakımından uzun bir geçmişi vardır. Tarih boyunca insanlar mesaj taşıdıklarına inandıkları rüyalardan anlamlar çıkarmaya çalışmış ve rüyalar aracılığıyla gelecek hakkında tahminlerde bulunmuşlardır. Rüyalar,fizyolojik açıdan uyku sırasındaki nöral süreçlere bir tepki ya da yanıt olarak tanımlanır, psikolojik açıdan bilinçaltının yansımalarıdır, maneviyat açısından ise en azından bazı rüyalar ya gelecek hakkında ya da başka bir konu hakkında (uyarı, yardım vs. amaçlı) haber içeren, ilahî âlemden gelen mesajlar olarak kabul edilmişlerdir. Birçok kültürde ilahî âleme danışmak ya da bir konu hakkında bilgi edinmek üzere istihare yöntemlerine başvurulduğu görülür.


Eski Kültürlerde
Rüya yorumları konusunun işlendiği görülen eski metinlerden biri Asurbanipal Ninova’sının büyük kütüphanesine aittir. Bu eser sonradan Arapça’ya çevrilmiştir.
Yakub’un semavi ilham kaynaklı
olduğuna inanılan rüyası, Ferdinand Bol.
Eski Yunan mitolojisinde Hypnos’un (uyku) ve Nyx’un (gece) oğlu Morfeus “düş”leri ifade eder; kendisine uçma ve aynı anda her yerde olabilme olanağını sağlayan kanatlarını hızla, fakat sessizce çırparken temsil edilir. Uykudaki insanları bir haşhaş[not 2] çiçeğiyle okşayarak onların rüya görmesini sağlar. Ölümlülere sırları açıklama üzere gönderilir. Morfeus uykuda ifşa olan “biçim”i ifade eder, çünkü arzu ettiği biçmi alabilen bir varlıktır. Geceleyin bir tür yolcu sayılabilecek uykudaki kişi yeraltı âlemindeki nehirlerden Styx’in veya Mnemosyne nehrinin (hatırlamayı sağlayan) ya da Lethe nehrinin (unutmaya neden olan) sularından içebilir ve Hypnos bıraktığında kişi uyanır.[3] Bir başka eski Yunan geleneğine göre rüya ilahı Oneiros’tur, günümüze diğeri kadar ünlü olarak gelmemişse de, adı, “rüya” anlamına geldiğinden, rüya terminolojisinde (oneiromansi, oneiroloji vs.) sıkça kullanılmıştır.
Eski Yunan kültüründe rüya ile ilgilenmiş ünlü isimlerden biri tıbbın babası olarak anılan İyonyalı hekim Hipokrat’tır (d. M.Ö. 460 - ö. M.Ö. 377). “Uyku hali vasıtasıyla insan vücudundaki hastalıkları önceden bilme” ya da “Hipokrat’ın Sağlıkbilgisi Kitabı” adlı çalışması bazı rüyaların çeşitli hastalıklar ile ilgili olabileceği düşüncesi üzerine kuruludur. Hipokrat’a göre rüyalar kişinin sağlık durumunu önceden haber verici nitelikte oRüyalar” adlı kitabıdır. Antik çağda rüyaların yorumlanması konusunda en tanınmış isimlerden biri oniromansi uzmanı Efes’li Artemidorus’tur.
labilmekteydiler. Hipokrat ayrıca “rüya anahtarları” denilen sembolik kalıplarla kodlanmış olduğu düşünülen rüyalardaki verilerin “haberci” değerleriyle ilgili rüya yorumları üzerinde çalışmıştır. Rüyalar hakkındaki bir başka çalışma Aristo’nun “

Honorius ve Arcadius döneminde (395–423) yaşayıp, eserler vermiş olan Romalı dilbilgisi uzmanı ve neoplatonist filozof Ambrosius Theodosius Macrobius çalışmasında rüyaları şöyle sınıflandırmıştır:
“Şövalyenin Rüyası”, Antonio de Pereda.
  • İnsomnium: Korku, kaygı gibi manevi hallerle ilgili veya yemek, içmek yoluyla vücuda alınan maddelerden kaynaklanan rüyalar.
  • Visum ya da phantasma : Yarı-uyku rüyaları.
  • Oraculum: Kehanete ilişkin rüyalar.
  • Visio: İlahî kaynaklı peygamberane rüyalar.
  • Somnium: Bilmecemsi rüyalar.
Papalığın 590’da rüyaları ilahî ve şeytani olarak ayırt etmesinden sonra oniromansi yasaklanmıştır. Kimi araştırmacılara göre, bu ayrımın aşılmasında 12. yy.’daki bir Cistercian keşişi olan Alcher de Clairvaux tarafından kaleme alınan « Ruh ile Can » (Liber de spiritu et anima) adlı eser bir dönüm noktası olmuştur. Bu eserde rüyalar Macrobius’un sınıflandırmasına benzer şekilde şöyle sınıflandırılmıştı:
  • İnsomnium : Hiçbir yararı olmayan alelade rüya.
  • Phantasma: Uykunun ilk evresinde ya da uyku-uyanıklık arasında görülen hayali görüntüler ve kabuslar.
  • Oraculum: Tanrı tarafından vazifelilere gönderilen rüya.
  • Visio: Açık peygamberane rüya.
  • Somnium : Yorum gerektiren rüya.

Dinlerde
Yakubun Harran'daki (Urfa) 
vizyonunda gördüğü,
 meleklerin inip çıktığı,
ucu gökte olan merdiven,
Michael Willmann
Rüyalardan bazılarının ilahî kökenli oldukları inanışı çok yaygın bir inanıştır. Orfecilikte ve Pisagor ekolünde insanın semavi âlemle ilişkisinin ancak uyku sırasında gerçekleşebildiği öğretilmekteydi. Ortaçağ’daki Yahudi ve Arap yazarlarının eserlerinde de benzer öğretiler görülmektedir. Haberci (salih) rüyalar konusunu işlemiş İslam bilginlerinden biri İbn-i Haldun’dur (d. 1332 – ö.1406). Oniromansi alanında Babil kültürünün eski Yunan kültürüne kıyasla daha ileri bir düzeyde bulunduğu söylenebilir. Sami dillerini konuşanlar özellikle "peygamberane rüya"yı iyi bilmekteydiler.Ayrıca Musevilik’te rüyalarla ilgili, hatovat chalom denilen geleneksel bir uygulama bulunur. (Hatovat chalom adının sözcük anlamı “hayırlı ya da iyi rüya görme”dir.)
Somnium denilen rüyalar ile visio denilen vizyonlar (rüyet) Eski Ahit’te ve Yeni Ahit’te önemli bir yer işgal ederler. Görme organının yardımı olmaksızın oluşan vizyonlarda, gelen tesirlerin kişinin şuurundaki imajlara bürünerek algı alanında görüntü oluşturması sözkonusudur. Yeni Ahit’in sonundaki,Yuhanna'nın Vahyi adıyla bilinen kısım, vizyon tarzında alınan kutsal metinlerin bilinen örneklerinden biridir.
Musevi bilgin Musa ibn Meymun’a (1135-1204) göre, melek vasıtasıyla olsa da olmasa da ve yol ve araçlardan söz edilse de edilmese de, peygamberleretüm ifşa olunanlar onlara vizyon olarak nakledilmiştir. Ona göre "vahiy" vizyonda içerilmiş haldedir ve peygamber "uyanık şuur hali"ne geçer geçmez mânâsını sezer.Peygamber olmayan bizler ise uyanınca rüyamızı birine anlatır ve onun yorumuna gerek duyarız. Uyku ya da trans denilen hal, cismani duyulardan yalıtılmış olma imkânı sağlamaktadır. İlahi tesirin alınabilmesini İbn Meymun böyle açıklar.
İslam bilgini İbn-i Haldun’a (1332-1406) göre esas olarak iki tür rüya vardır. Bunlardan biri ilahî varlığın kuşku götürmez vahyi olan "salih rüya"lardır; derhal uyanmayı zorunlu kılarlar ve kişide öylesine derin bir iz bırakırlar ki, kolay kolay unutulamazlar. Diğer gruptakiler ise hatırlanması için çaba harcanılan ve yorumlanmak ihtiyacındaki olağan rüyalardır. Eski Ahit’teki Yusuf’un rüyası (Tekvin, Bap-41’de) bu tip rüyalara bir örnek oluşturur. İbn-i Haldun’a göre aracı melekler vasıtasıyla aktarılanların yorum gerektirmesine karşılık, doğrudan doğruya gelen "salih rüya"lar yorum gerektirmeyecek derecede açık olurlar. Muhyiddin İbn Arabi’ye göre de, veliler bilgilerini, peygambere vahyi getiren meleğin aldığı kaynaktan alırlar. İlham, söz veya yazı (İng. inspirational writing) tarzında dışarı yansıdığında vahiy (İng. revelation) adını alır.
Hıristiyanlık’ta kutsal kitapları "haberci rüya" örnekleriyle zengin olmasına karşılık, 6. yy. sonlarından itibaren rüyalara temkinle yaklaşıldığı ve Batı’da okültistler ve gizli tarikatlerin engizisyondangizli olarak yürüttükleri çalışmalar hariç tutulursa, 12. yy.’a kadar rüyalar üzerinde pek fazla bir çalışma yapılmadığı görülür. Bu tutumun kökeninde başında Papa Gregory I’in (540–604) bulunduğu papalığın rüyaların bir kısmını şeytani olarak değerlendirmesi bulunmaktadır. Gregory I, 590 yılında rüyaları üç gruba ayırmıştır: Yiyecek ve açlıktan kaynaklananlar, şeytan ya da cin (İng. demon) kökenli olanlar ve ilahî kökenli olanlar.

İslamda
Rüya Arapça “görmek” demektir. Kuran’da rüya hakkında çok fazla bilgi verilmez, rüyaya Kuran'da özellikle Yusuf Suresi’nde yer verilir. Rüya sözcüğü Saffat ve Fetih surelerinde de kullanılır.
İslam peygamberi Muhammed’in rüya hakkında şu hadisleri rivayet edilir:
  • Buhari'nin kaydettiği bir hadiste ”iyi kimselerin güzel rüyası Peygamberliğin 48 parçasından biridir” denir.
  • Ebu Hüreyre’nin aktardığı bir hadiste “artık yeryüzünde müjdeleyicilerden (mübeşşirat) başka peygamberlikten hiçbir şey kalmadı; müjdeleyiciler güzel rüyalardır” denir.
  • Bir başka hadiste de mealen “Peygamberlere ilk önce gelen, kalpleri alışıp yatışıncaya kadar, uykularında olur. Bundan sonra vahiy indirilir” denir.
İslam peygamberi Muhammed’in ve sahabelerinin gördükleri birçok rüyanın (prekognitif rüya) gerçekleştiği bilinmektedir. Tasavvufi menkıbelerin çoğu rüyalara dayanır. Mürşidler rüya yoluyla ölen insanların ahiret durumları hakkında da bilgi verebilirlerdi.Allah insanların Levh-i Mahfuz'daki durumlarına muttali olan bir melek grubunu rüya işiyle vazifelendirmiştir. Vazifeli melekler Levh-i Mahfuz'dan aldıklarını birtakım olay ve hallere sokarak ilgili insanların rüyalarında kalbine yerleştirirler. Böylece bu rüya o kimse için bir müjde, bir uyarı ya da bir eleştiri şeklinde haber taşır.
İbn Haldun'un Mukaddime’de belirttiği gibi, tasavvufta genel olarak rüyalar üç grupta ele alınır:
  • İlahi kaynaklı rüya: Bunlar açık olduğundan yoruma gerek göstermezler. Doğru ve görüldüğü gibi çıkan bu rüyalara rüyâ-ı sâliha (salih rüya) da denir. Salih rüya son derece az görülür. Salih rüya görmek sadece müminlere özgü değildir; müslüman olmayanlar da görebilir. Yusuf Suresi’ndeki Mısır firavununun ve iki mahpusun gördüğü rüyalar buna örnek olarak gösterilebilir.
  • Melekten olan rüya: Bunlara rüya-yı sadıka denir. Yoruma muhtaçtır. (Sembolizm içerirler)
  • Şeytandan olan rüya: Bu rüyaların aslı faslı yoktur. Kurân’da "edğasü ahlam (karmakarışık düşler)" (Yusuf, 12/44) olarak geçer. Hiçbir faydaları olmadığından yorumlanmaları da gerekmez. (Psikofizyolojik kaynaklı rüyalar)
El Gazali rüyanın mahiyetini mükaşefe ilminin inceliklerinden biri olarak kabul eder ve her önüne gelene anlatılmasını doğru bulmaz. (Kişi kendi çözmelidir veya mürşidine anlatabilir). Ölümle malum olan hususlardan bazıları rüyayla da malum olabilir. İslam peygamberi Muhammed gördüğü rüyaları anlatır ve sahabenin gördüğü rüyaları da yorumlardı.

Rüyanın Nörofizyolojisi
Rüyalar konusunda rüya nörofizyolojisi psikoloji varsayımlarından birçok bakımdan ayrılır: Rüya nörofizyolojisi öncelikle rüya etkinliğinin biyokimyasal,biyolojik ve anatomik düzeyde tanımlayıcı ve işlevsel incelenmesini amaçlar. Rüya nörofizyolojisinin tanınmış öncülerinden biri Alfred Maury’dir. (1817-1892) Onun zamanına dek uyku fenomeniyle örtülü durumdaki rüyanın maddi yapısına hiçbir yaklaşımda bulunulmamıştı. Rüyaların sürekli ve periyodik olarak özel zamanlarda meydana geldiğini ve uyanmadan önceki iç ve dış uyaranlarla oluştuğuna ilişkin ilk varsayımı o ortaya atmıştır. Bununla birlikte rüya nörofizyolojisinin gerçek anlamdaki başlangıcı 1950’li yıllarda olmuştur.

Rem'in Keşfi
REM ya da paradoksal uyku
 sırasındaki beyin dalgalarını gösteren
 elektroansefalogram.
REM elektroansefalogramı
kırmızı çerçeve içerisine alınmıştır.
 Üstte yer alan kırmızı çizgiye denk düşen
 üstteki zikzaklar ise

 göz hareketlerini göstermektedir.
Göz uçlarında bulunan nöronlar uyku geldiğinde sinyaller gönderir ve gözkapaklarının ağırlaşmasını denetlerler. 1953’te Eugene Aserinsky, gözkapakları kapalı olduğu halde uykudaki kişilerin gözkapakları altındaki gözyuvarlarının hızla oynadığını farketmişti. Bunlar uyku sırasında gözlemlenen olağan göz hareketlerine birçok bakımdan benzemeyen (alışılmış dalga hareketi çizmeyen ve yavaş olmayan) hareketlerdi.
Böylece REM uykusunu, yani uykudaki REM evresini keşfeden Aserinsky bir elektrookülogram sayesinde kaydedilebilen ve rüya evrelerine denk düşen, uykudaki "hızlı göz hareketleri" (REM) varsayımını ortaya attı. Daha sonra gözyuvarların oynadığı bu dönemlerdeki beyin dalgalarını saptamak üzere bir tür poligraf (yalan makinesi) aygıtı kullandı. Deneylerinden birinde deneğin REM döneminde olmadığı halde ağlayıp inlediğini farketti ki, bu belirtiler deneğin rüya gördüğünü doğrulamaktaydı.Aserinsky ve asistanı ses getiren bilimsel çalışmalarını 1953’te Science’ta yayımladılar.


1953 sonrası  araştırmaları ve oneiroloji


Bir gece uykusunun evreleri.
Üst sınır uyanıklık sınırıdır.
Rüyaların bilimsel incelenmesi anlamındaki oneiroloji terimi yazılı kaynaklarda ilk kez 1653 yılında kullanıldı. Bu inceleme alanı özellikle Nathaniel Kleitman ve Eugene Aserinsky’nin 1950’lerde REM evrelerini keşfetmeleriyle hız kazandı. Ardından 1959’da Michel Jouvet REM evrelerindeelektroansefalograma kaydedilen dalgaların uyanık halde olunduğunda kaydedilen dalgalara benzediğine dikkat çekti ve bu özel evrelere "paradoksal uyku" adını verdi. Kleitman ve William C. Dement EEG (elektroansefalograf) vasıtasıyla ölçülen “beynin elektriksel etkinliği”nin sözkonusu olduğu özel uyku halinin, gözyuvarı hareketleri gibi bazı bakımlardan uyanıklık haline benzediğini ortaya koydular. Bu özel uyku hali ya da uykunun bu evresi günümüzde REM uykusu adıyla bilinir. Dement ve Kleitman’ın deneyleri de rüyalar ile REM evresi arasında çok sıkı bir ilişki olduğunu gösterdi. Keith Hearne ve LaBerge’in birbirlerinden ayrı olarak sürdürdükleri çalışmaların eşzamanlı olarak lüsid rüyayı doğrular yönde sonuç vermesi ise rüya türleri üzerine sonraki deney ve ilerlemelere olanak sağladı. W. Dement REM evresinde uyandırılan deneklerin % 80’inin rüyalarını hatırlamalarına karşın,uykunun "derin uyku" evresinde uyandırılan deneklerin sadece % 7’sinin rüyalarını hatırladıklarını saptadı.

Rüya görmenin mutabık kalınmış hiçbir biyolojik tanımı yoktur. Bununla birlikte gözlemler rüyaların hızlı göz hareketinin oluşmasıyla yakından ilgili olduğunu ortaya koymakta ve EEG (elektroansefalograf) aygıtı da bu sıradaki beyin etkinliğinin çoğunlukla, uyanık olunduğu zamankine eş olduğunu göstermektedir. Hızlı göz hareketlerinin olmadığı sırada deneyimlenen “hatırlanmayan rüyalar” nisbeten daha olağandır. Ortalama olarak insan, ömrünün yaklaşık 6 yılını rüya görmekle geçirmektedir. (Her gecenin iki saati rüya görüldüğü kabul edilerek yapılan hesaplamaya göre) Aktif uyku ya da paradoksal uyku da denen REM evresinde beyin dalgaları gayet aktiftir (EEG'de beta etkinlik gözlemlenir), kas gerginliği iyice azalır, felce yakın bir kas güçsüzlüğü görülür; bu güçsüzlük yalnızca gözlerde, solunumdan sorumlu kaslarda ve kan dolaşımında görülmez.
Rüyaların çoğu yalnızca 5 ile 20 dakika arasında bir süre sürer. Normal bir gece uykusunda 60-90 dakikada bir başlamak üzere uykusu boyunca 4-5 kez REM dönemi yaşanır; REM evrelerinden her biri ortalama 20-25 dakika sürer.[28] (İlk REM evresi çok kısadır, ancak birkaç dakika sürer, fakat gece ilerledikçe sonraki REM evreleri 30 dakikanın üzerine çıkabilir.) Çalışmalar insan gibi çeşitli kuş ve memeli türlerinin de uykuda REM deneyimi geçirdiklerini ortaya koymuştur. Örneğin M. Jouvet kediler üzerindeki deneylerde de benzer sonuçlar saptamıştır. Fransız nörobiyolog Jouvet'ye göre rüya ne uykunun bir parçası ne de uyanıklığın bir parçası olarak ele alınabilir, bu uykudan da uyanıklıktan da farklı olan üçüncü bir bilinç halidir. Rüya görmesi engellenen bireylerde öğrenmenin zorlaştığı ve çeşitli depresif ve psikotiktepkilerin ortaya çıktığı deneysel olarak gözlemlenmiştir.
Her ne kadar rüyalarla ilgili çeşitli varsayımlar ortaya atılmışsa da, rüyaların tümüyle beyinle ilgili bir fonksiyon olup olmadığı, kökenlerinin beynin neresi olduğu, tek bir kökenlerinin mi olduğu, yoksa beynin çeşitli kısımlarının mı sözkonusu olduğu ve zihin ya da bedenle ilgili ne gibi amaçlara yönelik oldukları bilinmemektedir.

Varsayımlar 
Rüyaların işleyişine ve nedenlerine ilişkin çok sayıda varsayım bulunmaktadır. Bu varsayımlardan bazıları, özetle, şunlardır:
  • Freud'a göre rüyalar insanın uyanık yaşamında arka plana itilmiş, sosyal ve etik değerlerle kontrol altında tutulmuş ya da bastırılmış düşünce ve duygularının uykuda bilincin rahatlamasıyla görsel açıdan ön plana çıkmasıdır. Rüyalar baskı altında tutulmuş dileklerin farklı kılıklardaki gerçekleşmesidir. Freud’a göre kötü rüyalar beyne sıkıcı ya da üzüntü verici deneyimlerden kaynaklanan heyecanları denetleyebilme olanağı sağlarlar.Freud rüyaların birçoğunu oidipus kompleksine dayandırır.
  • Freudçu varsayımı uygulayan psikanalizde rüya, bilinçdışı süreçlerin dışavurumudur, yani bilinçdışında mayalanma geçiren arzuların dışavurumudur. Klasik psikanalize göre rüya bireyin psişik dengesinin bozulmasına yol açmamak için bilinçdışının kendini dışa vurmasına olanak sağlayan bir tür «güvenlik sübabı»dır. Bastırılan ve bilince erişmesi önlenen arzu ve dürtüler, bastırılmakla ortadan kalkmazlar, aksine sansürden kurtulmak, bilince erişmek, yani doyum elde etmek için her fırsatta dışavurum ararlar.
  • Jung Freud gibi rüyaların bilinçdışı ile bilinç arasındaki etkileşimler olduğunu ve Freud’un rüyaların çocuklukta ve geçmişte yaşananlardan kaynaklandığı görüşünü kabul etmekle beraber, rüyaların "kolektif bilinçdışı" denilen üçüncü bir kaynaktan da beslendiğini savunur. Jung’a göre rüyalar bilinci uyanık halde tutan tek taraflı davranışların telafisi olabilirler.
  • Rüyalar beyindeki dimetiltriptaminin (DMT) bir sonucudur. Bu varsayım için gereken biyokimyasal işleyiş 1998’de DMT’nin görsel rüya fenomeniyle ilgili olabileceğini öne süren tıp araştırmacısı C. Callaway tarafından ortaya atılmıştır. Ona göre, beynin periyodik olarak yükselen DMT düzeyleri görsel rüya mekanizmasını harekete geçirmekte veya rüyaya ve muhtemelen zihnin diğer doğal hallerine neden olmaktadır.REM uykusu sırasında bazınörotransmitter’larda aktarım tümüyle durur ve bunun sonucu olarak da motor nöronlar uyarılmazlar (REM atonia)
  • Geceleyin de duyular çeşitli uyaranlarla uyarılmaktadır, fakat zihin, uyaranları değerlendirmekte ve uykunun sürmesini sağlamak için uyarıları rüya haline dönüştürmektedir.Bununla birlikte zihin uyaranlar bir tehlike arzetmeye başladığında ya da bebek ağlaması gibi şartlanmış olduğu uyaranlar karşısında uyanacaktır.
  • Rüyalar zihnin baskı altındaki kısımlarının fantezi yoluyla tatmin olmasıdır. Bu, ani şoklardan bir korunma yoludur.
  • Hartmann’a göre rüyalar psikoterapi gibi bir işleve sahiptir.
  • Rüyalar ayrışmış imajinasyonun bir ürünüdür.
  • Parapsikolojik yaklaşım: Parapsikologların birçoğuna göre rüyalar tek bir nedene bağlanamaz. Bilinçaltı bazı rüyaların nedeni olabilmekle birlikte rüyaların tek nedeni değildir. Psikolojik vefizyolojik nedenlere bağlı rüyalar olduğu gibi “telepatik rüyalar” gibi, paranormal fenomenlere ya da psişik yeteneklere bağlı rüyalar da mevcuttur.
  • Deneysel spiritüalist yaklaşım: Ruhçu yaklaşım parapsikolojinin genel yaklaşımını kabul etmekle birlikte, rüyaların nedenlerini parapsikologlarınkinden daha fazla çeşitlendirir. Örneğin bazı rüyaların serbest hafıza kaynaklı olup, geçmiş reenkarnasyonlardaki olaylarla ilgili olabileceğini ileri sürer.

Metapsişikçilere göre, neden ve kaynakları bakımından rüya türleri

Kadüsesiyle haberci Hermes (Merkür) ve
haber ilettiği Truvalı kahraman 
Aeneas,
 Giovanni Battista Tiepolo
Spiritüalistler tarafından yapılan bir tanıma göre rüyalar, "insanın uyku halindeyken gerek bilinçaltından kaynaklanan, gerekse çeşitli kaynaklardan aldığı tesirlerin imajlara bürünmesiyle oluşan algıları"dır. Rüya laboratuvarlarında sürdürülen psikolojik ve psişik araştırma ve gözlemler rüyaların neden ve kaynaklarının çeşitlilik gösterdiğini ortaya koymaktadır.

Rüyalar, metapsişik araştırmacılarca neden ve kaynakları bakımından şu şekilde sınıflandırılır:
  • Psikofizyolojik Kaynaklı Rüyalar (alelade rüyalar):
  • Psikolojik kaynaklı rüyalar: Psikanalizde benimsendiği gibi, bilinçaltından kaynaklanan rüyalardır. Bunlar, genellikle heyecanlar, sıkıntılar, korkular, bastırılmış duygular vs.’den kaynaklanan rüyalardır. Ruhu ya da zihni fazlasıyla meşgul eden maddi veya manevi bir sorun, uyumadan önce konuşulan bir konu ya da görülen bir film de bu tür rüyaların görülmesine neden olabilir; ayrıca sözkonusu soruna ait bazı fikir ve imajlar, görülmekte olan diğer türden rüyaların içine zaman zaman parazit olarak kayabilirler.
  • Fizikokimyasal kaynaklı rüyalar:
  • Fiziksel kaynaklı rüyalar: Bunlar fiziksel ortamdan gelen, bedensel ağrı ve rahatsızlıklardan ve ses, ışık, koku gibi beş duyuyu ilgilendiren uyaranlardan kaynaklanan rüyalardır. Bir rüya deneyinde, uyuyan kimsenin burnu ve dudakları bir tüy parçasıyla rahatsız edilmiş ve akabinde, uyuyan kimse, yüzüne işkence edilerek derisinin yüzüldüğüne ilişkin bir rüya görmüştür. Bir başka deneyde uyuyan kimsenin kulağı yakınlarında iki çelik bıçak birbirine sürtülünce, denek, rüyasında tarihî bir olay sırasında kentin bütün çanlarının çaldığını görmüştür.
  • Kimyasal kaynaklı rüyalar: Bunlar, uyuşturucular ve ilaçlar gibi, alınmaları halinde vücudun nörofizyolojik ve kimyasal yapısında belirli değişiklikler yaratan etkenlerden doğan rüyalardır.
  • Metapsişik Kaynaklı Rüyalar:
  • Psişik kaynaklı ya da paranormal rüyalar: Bunlar paranormal yeteneklerin uyku sırasında kullanımıyla ilgili rüyalardır; bunları üç ana grupta ele almak mümkündür:
  • Telepatik rüyalar: Bunlar uyuyan kimsenin uyanık bir insanın düşünce ve imajlarını ya da bir başka uyuyan kimsenin rüyasını telepatikyolla almasıyla oluşan rüyalardır. Telepatik rüyalar, Brooklyn’da (New York) kurulan Maimonides Tıp Merkezi’ndeki, elektroansefalografaygıtlarıyla çalışan Maimonides Rüya Laboratuvarı’nda keşfedilmiştir.
  • Durugörü rüyaları: Parapsikolojik incelemeler durugörü fenomeninin uyku sırasında da oluşabileceğini ortaya koymuştur. Dolayısıyla uykudaki biri, bazen, durugörü medyumları gibi, o anda kendisinden uzakta olan olay ve nesneleri algılayabilir. Bu algılar uyanıldığında rüya olarak hatırlanır[49][50][51]
  • OBE ya da şuur projeksiyonu (astral seyahat) rüyaları: İnsanın deneysel spiritüalizmde duble (okültizm ve teozofideki adıyla astral beden) denilen süptil (esîrî) bedeninin uyku sırasındaki faaliyet ve gezintilerinin rüya tarzında hatırlanması. Bu faaliyet ve gezintilere okültizmde,teozofide ve popüler kültürde astral seyahat, parapsikolojide ise beden-dışı deneyim (out-of-body experience) denir.
  • Haberci rüyalar: Ruhçulara göre, bunlar kaynağı tekamül düzeyi “yüksek” bedensiz varlıklar olan, bir mesaj taşıyan, amaçlı, düzenlenmiş rüyalardır, ruhta derin izler bıraktıklarından kolay kolay unutulmazlar:
  • Uyarıcı rüyalar: Ruhçulara göre, bunlar kişiye önemli sonuçlar doğuracak hatalı bir davranışta bulunmasını, yanlış bir yola sapmasını vs.’yi önlemek üzere gösterilen rüyalardır. Uyarıcı rüyaların kaynağı, ruhçulara göre, genellikle kişinin hami varlığıdır.
  • Prekognitif rüyalar: Bunlar bir mesaj taşımaktan ziyade, gelecekte olacak olayların önceden görülmesiyle ilgili rüyalardır.
  • Bilgilendirme amaçlı rüyalar: Ruhçulara göre bunlar çok nadiren görülen rüyalardır. Uyarıcı veya geleceğe yönelik bir nitelik taşımayıp, yalnızca kişiyi bilmediği bir konuda bilgilendirme amacını taşır. (Dünyanın geçmiş devirleri, bir başka kimsenin geçmiş reenkarnasyonları, bir başka gezegendeki coğrafi koşullar vs. hakkında bilgilenme)
  • Bedensiz varlıklarla kurulan irtibatlardan kaynaklanan rüyalar: Ruhçulara göre bunlar, genellikle kişinin önceden tanıdığı, ölüm olayı ile bedenini terkederek öte âleme göçmüş kimseler ile uyku sırasında iletişim kurmasından kaynaklanan rüyalardır. Fakat rüyada ölmüş bir kimsenin bulunması rüyanın muhakkak bu gruba girmesini gerektirmez; yani muhakkak o kimseyle bir görüşme yapılmış olduğunu göstermez; bu, psikofizyolojik kaynaklı alelade bir rüya da olabilir, haberci bir rüya da olabilir.
  • Serbest hafıza rüyaları: Ruhçulara göre bunlar, kişinin geçmiş reenkarnasyonlarına ait anılarıyla ilgili rüyalardır. Serbest hafızada yer alan bu tür rüyalar kimi zaman defalarca, aynı ayrıntılarıyla, yeniden görülürler; dolayısıyla, tekrarlanan rüyaların çoğu bu gruba sokulur.

Prekognitif rüya

Pierre Puvis de Chavannes’ın bir eseri
İnsanlığı binlerce yıldır hayrete düşüren prekognitif rüyalar ya da prekognisyon rüyaları meydana gelecek olayların önceden bilinmesini sağlayıcı, kısaca geleceğe ilişkin rüyalardır.Bir rüya ancak gerçekleştiği zaman prekognitif adını alır, yani bir rüyanın prekognitif olup olmadığını önceden kestirmek güçtür. Prekognitif rüyalar nadiren görüldüğü şekilde gerçekleşirler, çoğu zaman da sembollere bürünmüş olduklarından, içerdikleri bilgiler ancak sözkonusu olaylar gerçekleştiğinde anlaşılabilir. Jung’a göre bu tür rüyalarda psişik enerji rol oynamaktadır.
Parapsikologların prekognitif rüya deneylerine Duke Üniversite’sindeki Parapsikoloji Laboratuvarı’nda Dr. Louisa Rhine tarafından yapılan deneyler veAtlanta’da psikolog Dr. David Ryback tarafından sürdürülen deneyler örnek olarak gösterilebilir. Dr. David Ryback 433 üniversite öğrencisi üzerinde yaptığı prekognitif rüya deneylerinde deneklerden % 8.8’inin rüyalarının gerçekleştiğini saptamıştır. Prekognisyon, yani geleceği görme fenomenini laboratuvar koşullarında deneysel olarak inceleyip sonuçları sınıflandıran parapsikologlar fenomenin gerçekliğini kabul etmekle birlikte, fenomenin nasıl oluştuğu ve nedeni konusuna bir açıklama getirememektedirler. Parapsikolojik araştırmalara göre, prekognisyon medyumluğunun kapsamındaki fenomenlerin oluşma biçimleri içinde, % 60-70’ini haberci rüyalar, % 30-40’ını ise uyanıkken kendiliğinden görülen vizyonlar, işitsel halüsinasyonlar, aniden zihinde çakan düşünceler, trans sırasında alınan duyumlar veya bilme duygusu biçiminde ortaya çıkan medyumluk oluşturmaktadır. Kimi parapsikologlar prekognitif rüyaları bireysel olan ve olmayan şeklinde iki ana grupta ele alırlar. Bireysel olmayan genel kehanet rüyaları rüyayı gören kişinin özel yaşamıyla ilgili olmayıp, gelecekteki, toplumu ilgilendiren bir olay hakkındaki rüyalardır. Kitab-ı Mukaddes’teki firavunun rüyası bu tür rüyalara bir örnek olarak gösterilebilir. Parapsikolojik istatistikler prekognitif duyumların büyük kısmının genellikle ilk 48 saat içinde olacak olaylara ilişkin olduğunu göstermektedir. Aylar veya yıllar sonra olacak olaylara ilişkin prekognisyonların sayısı çok azdır. Yine parapsikolojik istatistiklere göre, prekognisyon fenomenlerinin % 80’lik kısmında, fenomene konu olan kişiler ile prekognitif duyumu alan kişi arasında duygusal bir bağ (eş, aile bireyi, dost vs.) olduğu görülmüştür. Bu bağın mevcut olmadığı % 20’lik kısım ise genellikle büyük, önemli felaketlere (uçak düşmesi, deprem, önemli birine suikast girişimi vs.) ilişkin duyumlardır.

Yaratıcı rüya

Bir sanat eserinin, bir icadın yapılmasını ya da yeni bir kavramın doğmasını sağlayıcı ilham veren rüyalara yaratıcı rüya adı verilir. Birçok sanatkar, eserlerini gördükleri yaratıcı rüyaları yaşamlarında uygulamak suretiyle meydana getirmişlerdir. Yaratıcı rüyalar genellikle kendiliğinden meydana gelen rüyalar olmakla birlikte, böyle bir rüya görebilmek için elverişli koşulları hazırlayıcı, yani “istihareye yatma” denilen yönteme benzer tahrik edici yöntemlerin kullanıldığına da rastlanmaktadır. Bu yöntemlerden biri Don Fabun tarafından tarif edilmiştir.
Yaratıcı rüyalara tarihten şu örnekler verilebilir:
  • Samuel Taylor Coleridge (1772 - 1834) Kubla Khan eserini tümüyle rüyada hazırlanmıştır.
  • Voltaire La Henriade eserini bir rüyası sırasında oluşturmuştur.
  • Edgar Allan Poe(1809 - 1849) hikâyelerini rüyalarından ilham alarak yazmıştır.
  • William Blake (1857 - 1827) geliştirdiği, bakır levhalar üzerine yazılı metni renkli resimlerle bezeme tekniğini rüyasında ölü kardeşinden öğrenmiştir.
  • Giuseppe Tartini (1692 - 1770) bir rüyasında bir müzik parçası dinlemiş, uyandıktan sonra bu dinlediği parçayı taklit etmeye çalışarak “Şeytanın Sonatı” adlı eserini yaratmıştır.
  • Amerikalı asurbilimci Hermann Von Hilprecht 3000 yıldan eski bir meselenin çözümünü rüyasında görmüş ve çözümü uyguladığında doğru olduğu ortaya çıkmıştır.
  • Friedrich Kekulé von Stradonitz (1829 - 1896) benzenin devrî yapısını ancak rüyasında çözmüş ve kimya tarihinde bir ilke imza atarak modern kimyada devrim yaratmıştır.
  • Otto Loewi (1873 – 1961) sinir akımına ilişkin araştırmaları rüyasından ilham alarak sürdürmüş ve akımdaki aktarımın kimyasal tabiatlı olduğunu ortaya koyarak 1936’da Tıp ve Fizyoloji dalında Nobel Ödülü almıştır.
  • Paul McCartney "Yesterday" parçasını çalmadan önce rüyasında dinlemiştir.

Lüsid rüya

Léon d'Hervey de
 Saint-Denys (1822 - 1892)
tarafından 1867'de yazılmış olan,
 lüsid rüya hakkındaki 

ilk kitabın kapağı.
Kısaca “bilinçli rüya” olarak ifade edilebilecek lüsid rüya kişinin rüya gördüğü sırada, rüya gördüğünün farkında olması haline ve rüya gördüğünün bilincinde olduğu bu tür rüyalara verilen addır.Terimdeki “berrak” anlamına gelen lüsid sıfatı “bilinçli” (Fr. conscient) sözcüğüyle eşanlamlı olarak ilk kez 1867’de Fransız onirolog Léon d'Hervey de Saint-Denys tarafından “Rüyalar ve Rüyaları Yönetme Araçları” adlı eserinde kullanılmıştır. Terim daha sonra Oxford Psikofizik Enstitüsü’nden Celia Green tarafından kullanılmasıyla yaygınlık kazanmıştır. Lüsid rüyada kişi gördüklerinin ve yaşadıklarının bir rüya olduğunun farkına varmakla birlikte rüya akıp gitmeye devam eder.


Nasıl diğer rüya türleri sırasında yaşananlar, o anda rüya değil de gerçekmiş gibi algılanıyor ve yaşanıyorsa, lüsid rüyada yaşanılanlar da gerçek olarak algılanır. Lüsid rüya bilimsel olarak araştırılmış ve gerçekliği doğrulanmıştır.

Lüsid rüyalar REM evresi sırasında meydana gelirler. Kendiliğinden meydana gelebildikleri gibi, bunun eğitimini almış kişilerin iradi olarak lüsid rüya görebildikleri veya rüyalarını lüsid rüyaya dönüştürebildikleri bilinmektedir. “Lüsid rüya sanatı”nda ustalaşmış olanlar ayrıca lüsid rüyaya hakim olup rüyayı yönlendirebilmektedirler. Bu yönlendirme yalnızca kendi davranışları üzerinde değil, rüyanın içeriği ve seyri üzerinde de olabilmektedir.Malezya’da yaşayan ve Avustralya Aborjinleri’ne benzeyen Senoi yerlilerinin, bu tekniği geleneksel olarak kullanan « lüsid rüya ustaları” oldukları keşfedilmiştir.[69] Senoi kültüründe üstat, öğrencisine gördüğü psikofizyolojik kaynaklı rüyayı yönlendirebilmesi için imajinasyonu denetleme tekniğini öğretir. Bu tekniği uygulayabilen öğrenci, örneğin rüyasında vahşi bir hayvan tarafından kovalanmaktaysa, rüyasında bilinçli hale geçer ve imajinasyonunu denetlemesi sayesinde rüyanın kalan kısmında bu kez kendisi o vahşi hayvanı kovalayabilir. Lüsid rüyayı görenler ve yönlendirebilenlere oneironot adı verilmektedir.
Rüyada biliçlenebilme yeteneğinden ilk olarak 8. yy.’a ait Budist metinlerde söz edilmektedir. Batı’da lüsid rüya 1970’li yılların sonlarından itibaren "uyku laboratuvarları"nda incelenmeye başlanmıştır. Lüsid rüyanın ilk tanımı 1968’de Celia Green tarafından yapılmıştır. Daha sonra Paul Tholey lüsid rüyayı şu niteliklerle tanımlamıştır: Lüsid rüya sırasında kişi, rüya gördüğünü bilir, beş duyuyla algılamaya hemen hemen eş bir algılamaya, özgür iradeye, akla sahiptir, uyandığında hepsini hatırlayabilir, rüyasını rüya gördüğü sırada da yorumlayabilir.
Lüsid rüyanın varlığı rüya haline girilmesindan itibaren deneğin iradi olarak yaptığı göz hareketleriyle anlaşılmaktadır. William Dement ve H. P. Roffwarg tarafından yapılan şu keşif lüsid rüyaların varlığının saptanmasında önemli bir adım olmuştur: Yaptıkları deneylerde deneğin REM uykusu sırasında kaydedilen hızlı göz hareketlerinin yönleri rüyadaki olaylar sırasında bakılması gereken yönlerle çakışmaktaydı. Daha sonra lüsid rüyanın varlığı konusunda ilk kanıt 1975’te İngiltere’deki Hull Üniversitesi’nden Keith Hearne tarafından ortaya koyuldu. Deneği Alan Worsley gözlerini uykudan önce aralarında kararlaştırmış oldukları karmaşık göz hareketleri kodu tarzında oynatarak lüsid rüya durumuna geçtiğini işaret etmekteydi ve EEG kayıtları bu işaretlerin REM evresi sırasında yapılmış olduğunu gösteriyordu.
Bununla birlikte bilimsel basında konuya ilişkin ilk makale bundan ancak birkaç yıl sonra Stanford Üniversitesi’nden Stephen LaBerge tarafından yayımlandı.

Beden-dışı deneyim

Astral bedenin fiziksel bedenden
 çıkışının temsilî resmi. İki bedenin birbirine
bir kordonla bağlı olduğu ileri sürülür.
Astral seyahat terimi Okültizm’de ve Teozofi'de kullanılan bir terim olup, kişinin uyku gibi ruh ile beden bağlarının gevşediği hallerde esîrî beden ya da astral beden (Spiritüalizm’de duble) denilen süptil maddelerden oluşan bedeniyle fiziksel bedeni dışında, bilinci yerinde olarak (bilinç bu ikinci bedene geçmiş durumdadır), başka mekanlarda dolaşmak üzere yaptığı yolculuğu ve bu bedeniyle geçirdiği deneyimleri ifade eder. Parapsikoloji'de bu deneyim, kısa adı OBE ya da OOBE (out-of-body experience) olan "beden-dışı deneyim" terimiyle,metapsişik'te ise "şuur projeksiyonu" terimiyle ifade edilir.
İrâdi olarak gerçekleştirilebilmesi ve deneyim sırasında bilinçli olunması sebebiyle diğer “beden-dışı deneyimler” arasında özel bir yeri vardır.Parapsikoloji laboratuvarlarında yapılan deneylerde kişinin deneyim sırasında 5 duyu organı ile algılanabilecek bilgilerden daha fazlasına ulaşabildiği gözlemlenmiştir.
Bu deneyimle ilgili olarak şu iddialar ortaya atılmıştır:
  • Astral beden için duvar gibi fiziksel nesneler ve uzaklık bir engel oluşturmaz. Yani, kişi bu bedeniyle bir anda kıtalar arası yolculuk yapabilir ve duvar gibi maddi engellerin içinden geçebilir.
  • Fiziksel bedenden çıkıldığında öte âlem varlıkları ile temas kurulabilir.
  • Uyku sırasında yapılan astral seyahat fiziksel bedene dönüldüğünde bir rüya tarzında anımsanır.
  • Gece uyku sırasında kendiliğinden oluşan ve reanimasyon tekniğiyle yaşama döndürülen kimselerde doğal olarak yaşanan bu deneyim, gevşemeye (rölaksasyon) dayalı meditatif yöntem ve teknikler kullanılarak istenildiği an yaşanabilir. Kısa zaman önceki (2007) çalışmalar bu deneyimin beyne uyaranlar gönderilmek suretiyle de yaşanabileceğini ortaya koymuştur.

Astral seyahatin, okült ve teozofik kaynaklarda ve birçok araştırmacının çalışmalarında "irâdi olarak fiziksel bedenden ayrılma" şeklinde tanımlanmasına karşın İngiliz parapsikolog Celia Green bir ayrım yapmış ve “fiziksel beden-dışı deneyimler”den kendiliğinden (irade-dışı) oluşanları için ekzomatik deneyim (İng. ecsomatic experience) terimini ortaya atmıştır.Bu deneyimle ilgili araştırma alanında en çok isim yapmış kişilerden ikisi, adına ABD’de bir enstitü kurulan Robert Monroeve Kaliforniya Üniversitesi’nden Prof. Charles Tart’tır.
Beden-dışı deneyim terimi okültizmdeki astral seyahat ya da astral projeksiyon terimine pek sıcak bakmayan Robert Monroe tarafından 1971’de sözkonusu terime alternatif olarak ortaya atılmıştır. Bu fenomen hakkında halen bilim insanları pek fazla şey bilmemektedir. Her on kişiden biri bu deneyimi yaşadığını ileri sürmektedir.Beden-dışı deneyimin genellikle REM uykusu ile “uyku felci”nin başlaması arasındaki sınırda meydana geldiği saptanmıştır.

Rüya ve Realite
Rüyalar ortaya koydukları iki mesele nedeniyle insanoğlu için hep büyüleci bir konu oluşturmuştur: Rüyanın gerçeklikle (duyular yoluyla algılanan realiteyle) olan ilişkisi ve uyanık bilinç haliyle yapılan faaliyetle olan ilişkisi.
Samsara'nın temsilî
Doğu’nun birçok öğretisinde rüya olarak belirttiğimiz ruhsal hallerin asılsız olmayıp, birer realite oldukları ve asıl dünya yaşamının bir rüyadan ve illüzyondan ibaret olduğu öğretilir. Bu öğretilere göre, gerçek olan, aslolan ve ebedi olan insanın ruhsal yaşamıdır, beş duyuyla algılanan değil, beş duyu olmadan algılanan realitedir (rüyalar, öldükten sonra yaşananlar, düşünceler, tahayyül edilenler).
Bazı düşünürler de gerçek yaşam olarak kabul ettiğimiz maddi yaşamın bir illüzyon olabileceğini düşünmüşlerdir (ontoloji üzerine septik düşünce olarak bilinen fikir).Yazılı kaynaklarda bu fikirden ilk olarak Çinli düşünür Zhuangzi’nin söz ettiği görülmektedir, fakat bu kavramın Zhuangzi’den önce de Hinduizm’de mevcut olduğu sanılmaktadır. Bu fikir Budizm’in de temel ilkelerden biri olarak kabul edilir.Hinduizm'de bu fikir Maya kavramıyla dile getirilir. Maya, insanın yaşadığı "tezahür etmiş âlem" denilen fiziksel âlemin bir hayal, bir aldanmadan (illüzyon) ibaret olduğunu dile getiren kavramdır.

Maya kavramının içeriğindeki fikirler şöyle açıklanabilir:
  • Dünya yaşamı geçici bir rüya gibidir.
  • Hakiki âlem ya da hakikatler âlemi “tezahür etmemiş âlem”dir, tezahür etmiş âlem ise bir hayaller ve aldanmalar âlemidir.
  • İnsan eşyayı (nesneleri, doğayı) hakikatte olduğu gibi değil, kendisine göründüğü şekilde algılamaktadır.
Ünlü isimlerden konuya ilişkin vecizeler:
  • “Yaşam bir rüyadır, ölümse bir uyanış” (Voltaire)
  • “Gözlerini dünyaya bir köpük parçasına bakıyormuş, bir rüya görüyormuş gibi çevirebilen, ölümün pençesinden kurtulur” (Buda)
  • “İnsanlar için gerçek olan dünya yaşamıdır, uykudayken yaşanılanlar birer rüyadır, spatyumun idrakli ruhları içinse dünya yaşamı bir rüya gibidir. Dünyevi rüya sırasında uyanabilmek… İşte bütün mesele budur” (Allan Kardec)
  • “Ancak ‘ölüm’den sonradır ki hakikaten yaşamaya başlarız” (Çiçero)
  • “Ölüm, asıl vatanına ulaşmak için ruhun kurtuluşundan başka bir şey değildir” (Platon)
  • “Asil ruhlar için ölüm, karanlık bir tutsaklık yaşamının sona ermesidir” (Plütark)
Hint geleneğinde dört şuur hali sözkonusudur. Bunlardan uyanıklık haline Jagrat, derin uyku haline Susupti, rüya haline Svapna ve « yüksek şuur haline» Turiya (Buda gibi tekamül düzeyi yüksek varlıklara özgü şuur hali) adı verilir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorum yap