Müzik Nasıl Doğdu ?

Müziğin alfabesi notalar ile ilgili 7. yüzyılda Seville Psikoposu, bir mektubunda şu satırları yazdı: “Eğer müzik insan belleğinden çıkıp giderse, tamamen kaybolur. Zira, onu yazmak mümkün değil.” Oysa, bin yıl önce Yunanlılar, notaları kâğıda dökmek için bir yöntem bulmuşlardı. Melodiyi, çizgi ve noktalar halinde yazabiliyorlardı. Ne yazık ki, bu müzik alfabesi zamanla kayboldu.


Müzikteki matematiksel gizemi keşfederek yazıya dökmenin ilk temeli Pisagor (…Pythagoras, M.Ö . 530 450…) tarafından atılmıştır. Biz kendisini okul sıralarından o meşhur dik üçgen teoremi ile hatırlarız ama Pisagor günümüzde ulaştığımız bilim seviyesinin babasıdır. O kendi devrine kadar gelişmiş bütün çalışmaları bir disiplin altında toplamış, geometri, aritmetik, astronomi, coğrafya, müzik ve tabiat bilgisi olarak ayrı ayrı bilim dalları yaratmıştır.
Pisagor bilimi, bilim için düşünüyor, bilimin uygulamak onu ilgilendirmiyordu. Bu nedenle bilgi seven anlamındaki filozof sözcüğünü ilk olarak o kullanmıştır. Pisagor tüm evrenin sayılar ve aralarındaki ilişkilere göre kurulduğuna inanıyordu.
Pisagorun müziğin içindeki matematiği bir demirci dükkanının önünden geçerken keşfettiği rivayet edilir. Demirci ustasının demir döverken kullandığı aletlere göre değişik sesler çıkarması Pisagorun ilgisini çekmiş, dükkanı kapattırarak ustaya çeşitli aletler kullandırmış, çıkan sesleri incelemiş ve kayıtlar almış. Batı müziği 9. yüzyılın başına kadar notalamadan habersizdi. Eserler kulak yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılıyor, bu arada değişime uğruyor, zamanla unutulabiliyordu. 9. yüzyılın ikinci yarısında ilk notalama sistemi ortaya çıktı. Arezzolu Guidonun Guid Arezzo notalama sisteminin seslerin yüksekliğini kesin olarak belirtmeye başlamasıyla büyük bir ilerleme kaydedildi. 11. yüzyılda notaların üzerine dizildiği beş çizgiden oluşan portenin kullanılmasıyla notaların yüksekliği do, re, mi,…. ve süresi birlik, ikilik, dörtlük,…. kesin biçimde belirlenebilir hale geldi. Aslında müziğin dört parametresi vardır. Yükseklik, süre, şiddet ve tını.
Bunlardan ilk ikisi zamanla genel kabul gören bir takım işaretler sayesinde kağıt üzerine dökülebilmiş, şiddet ve tını ise notanın yanında ek kelimelerle belirtilmişler ve kısmen de yoruma açık bırakılmışlardır.
Çeşitli sesleri belirtmek ve bunların birbirlerine karışmasını önlemek için sesleri temsil eden notalara özel isimler verildi. Do, re, mi, fa, sol, la, si. İngilizcede ve Almancada ise notalar harflerle gösterildi C do, D re, E mi, F fa, G sol, A la, B si (ing.), H si (alm). (Alman besteci Carl ORFF orff metodunu enstrümanlara uygularken kullanılan enstrümanlar üzerine bu harfleri dizmiştir)
Nota isimlerinden do nun önceki ismi ut idi. Sesli harfle başlayan bu isim, notaları sırayla söylerken tutukluk yaptırdığından 12. yüzyılda do olarak değiştirildi. Almanya ve bazı ülkelerde ut hala kullanılır.
Si hariç diğer notaların isim babası Gui d Arezzodur. Arezzo bu adları Aziz Iohannes Battista ilahesindeki mısraların birinci hecelerinden alarak takmıştır. Yedinci notanın adı uzun zaman B olarak kalmış, sonradan 13. yüzyılda Sanete Iohannes kelimelerinin baş harflerinden meydana gelen si adını almıştır. Notalamanın keşfi ve gelişimi müzik pratiğine olağanüstü bir gelişme ortamı yaratmıştır. Notalama, icracıyı ezberden kurtararak hem müzik parçalarının uzamasına hem de çeşitli dönemlere ve ülkelere ait notalanmış eserlerin katılmasıyla Repertuarın zenginleşmesine ve çeşitlenmesine imkan vermiştir. Nota sayesinde bir Müzisyen bilmediği bir müzik parçasını icra edebilmek için tek başına yeterli bir hale gelmiştir.
Ancak, bu sistemde, müziğin ritmi verilemiyordu. 1200 yılında Polonyalı Franco, “Ölçülebilir Müzik Sanatı” adlı kitabında, ölçülebilir nota sistemini anlattı. Daha sonra kaydedilen gelişmelerle, bugün kullandığımız nota alfabesi insanlığa kazandırıldı.
Seslere ad vermeyi ilk düşünen Romalı filozof Boethius (M.S. 480-524) olmuştur. Dizideki seslerin herbirini bir harf ile adlandırmayı ilk o öne sürmüştür. Bugün bile notaların la, si, do, v.d. yerine A.B.C. v.d. diye adlandırılmaları Boethius’tan kalmadır. Notaların Do, Re, Mi, v.d. bugünkü şekliyle adlandırılmasını ilk öneren, 10. yüzyılda yaşamış bir Milanolu keşiş olan Guido d’Arezzo olmuştur. Bu adları da, bir ilahinin her bir satırının ilk hecesinden almıştır.
İtalya Toskana’da Arezzo katedralinde rahip Guido, 1030 yılında koro çocuklarına duaları ezberletmek için bir yöntem bulur.
Her yeni sesin bir öncekinden daha yüksek başladığı bir halk ezgisi öğretir.
Sonra bunu Latince ve dinsel içerikli bir metne çevirir.
Elinin parmaklarındaki girinti ve çıkıntılara metnin ilk hecelerini yazar. Böylece bir gam dizisinin sekiz notasını birden sergilemiş olur:
Ut queant laxis (ut sonradan DO olacaktır)
Re sonare fibris.
Mi ra gestorum,
Fa muli tourum,
Sol ve polluti,
La biİ reatum,
Sa ncte Joannes (sonradan Sİ olacaktır).
Bu yöntem müzik tarihinde Guido’nun eli olarak anılır.
Ayrıca seslerin birbirine orantısal incelik ve kalınlıklarını göstermek için her biri ayrı renkte (dizek) porte çizgileri kullanmıştır. Önceki nota benzeri simgeleri, neuma’ları derleyip belli bir dizgeye yerleştiren, böylece nota ve porte kavramını müzik tarihine getiren kişi Guido d’Arezzo’dur.
Psikopos Theodaldus ve Guido d’Arezzo
Arrezo’lu Guido olarak bilinmesine karşın, Arrezo’da doğmadığı, orada ünlendiği için bu adla anıldığı sanılmaktadır. Pomposa’daki Benedikten manastınnda eğitim gördü. Arrezo piskoposu Theobaid’ın çağrısı üzerine, 1025′te Arrezo katedral okulunda öğretmenliğe başladı. Nota yazımının temelini ve dönüm noktasını oluşturan Do-re-mi-fa-sol-la-si heceleme yönteminin bulan Guido Bu alandaki çalışmalarını Micrologus de disciplina artış muskae adlı yapıtında derledi. Kuramsal çalışmalarından bir bölümünün elyazması halinde, Umbria’da Avellana’daki bir Camaldoli manastırında bulunmasından, son yıllarını o manastırda geçirmiş olduğu sanılır. Ölüm tarihi ve yerine ilişkin kesin bilgi yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorum yap